11 Mayıs 2009

Tuncer Erdem'in "İstanbul / Zamanın Suya İzi" Kitabı Çıktı!


İnsan kırkı geçince yaşadığı yeri anlatacak kadar anısı oluyor

Tuncer Erdem’in, kendine özgü çizgileri ve dizeleriyle İstanbul’u anlattığı kitabı İstanbul Zamanı Suya İzi adlı kitabı piyasaya çıktı

AYŞE DÜZKAN
İstanbul üzerine şiir ve çizgilerini bir kitapta toplayan Tuncer Erdem’le görüştük.l

Böyle bir kitap fikri nasıl doğdu?
Herhalde insan hayatının belli bir evresinde doğup büyüdüğü yeri anlatma ihtiyacı duyuyor. Küçükken babam çocukluğunu, evleri örten karların yağdığı, şehre kurtların indiği Sivas’ı anlatırdı. Bunlar beni çok etkilemiştir. Kırkı geçince yaşadığınız yeri anlatmaya yetecek kadar çok anı biriktirmiş de oluyorsunuz. Bir de yaşım ilerledikçe çocukluğumda, gençliğimde İstanbul’un pek dikkat etmediğim unsurlarına dikkat eder oldum. Özellikle de binalara... Aslında bu kitap projesi şekillenmeye başladıktan sonra anlatmaya niyetlendiğim şehri daha yakından tanımaya başladığımı fark ettim. Şehrin küçük ayrıntılarının ne kadar büyüleyici olduğunu keşfettim. Eski bir apartmanın kapısındaki motifler, bir kuşevi, caddeye dönerek inen şaşırtıcı merdivenler, harap bir zindanın duvar sıvası altından gözüken taşlar, hepsi bana o kadar etkileyici gelmeye başladı ki bunları mutlaka paylaşmalıydım. Siyah ve beyaz káğıtları kesip yapıştırarak oluşturduğum desenlerin şehrin sürekli değişen çehresine, zamanın üst üste yığdığı katmanlarına uygun düşeceğini düşündüm. Metinleri de şehre ait öğeleri tarif ederek anlatmaktansa, bunları çağrıştıracak şekilde yazdım.

İstanbul’da doğup büyümüş bir sanatçı olarak şehrin değişimiyle ilgili ne gibi gözlemleriniz oldu?
Şehir elbette değişir, bu şaşırtıcı değil ama son yıllarda bu öyle korkunç bir hal aldı ki açıkçası telaşa kapıldım. Kitapta yer verdiğim birçok yapı daha ben kitabı hazırlarken ya değiştirildi ya da dönüştürüldü. Ya feci şekilde restore edilip turistik hale getirildi, ya otel yapıldı ya da satıldı. Birçoğu da sırada... Kitap projesi sürerken, şehir hatları vapurları değiştirildi, Haydarpaşa Garı’nın satılması gündeme geldi, Heybeliada Sanatoryumu kapatıldı.

On bir yaşıma kadar Bağlarbaşı’nda oturduk. İlkokul sıralarında bisikletle Nakkaştepe’ye gittiğimi, oradan Beylerbeyi sırtlarına, Boğaza baktığımı hatırlıyorum. Yaz başıydı ve baktığım her yer, bütün tepeler sarı beyaz çiçeklerle kaplıydı. Boğaza bakan tepelerden birinde, ağaçlar arasında küçük bir ev görmüştüm. Oralarda onun dışında tek bir ev yoktu. Ve tarih henüz 70’lerin ilk yarısı... İlkokuldan sonra Kozyatağı’na taşındık. Dört katlı bir evin üst katında otururduk ama ada vapurunun Bostancı iskelesine yanaşmasını görürdük. Şimdi aynı yerden denizi bile göremezsiniz. O zamanla bugünü karşılaştırıyorum da durum gerçekten vahim.

İstanbul’da sizin için önemli olan nelerdir?
Kitabın sunuş metninde de anlattığım gibi zamanın geçişini bize duyuran, hissettiren yerleri seviyorum. Eski zamanın izlerini taşıyan semtler, sokaklar, deniz kıyıları, binalar... Bakım yapılmış, restore edilmiş olsa bile bunu bize kötü bir makyaj ya da estetik ameliyat yapılmışçasına yansıtmayan unsurları seviyorum. Eski yapıların restorasyonu, bence yaşını saklamaya çalışmayan, yaşlı, güzel bir kadının sade makyajı gibi olmalı. Kızkulesi’nin durumu biraz böyledir. Şimdiki Kızkulesi’nin içine girince onun uzun hikáyesinin, hakkındaki efsanelerin akla gelmesi çok zor! Bütün esrarengizliğini yitirmiş, şehirdeki herhangi bir restorandan farkı kalmamış, ama yine de eski halini düşünerek kitaba aldım.

En sevdiğim yapılar eski bir semtten, dar sokaklardan geçerken hiç beklenmedik şekilde karşılaşıp vurulduklarımdır. Yapının adını bilmem, ama eskiliği, el değmemişliği, çok masum, esrarengiz bir hava yaratır. Eve dönünce araştırırım, yapının çevresindeki esnafa, arkadaşlarıma sorarım yapı hakkında bilgi almaya çalışırım. Kitaba alamadığım ama çok ilgimi çeken bir iki yapıya değinebilirim. Unutmamak için adresini ezberime aldığım bir yapı Heybeliada, Kıbrıs Şehitleri Caddesi No. 77’deki eski ahşap ev. Fotoğraflarını çektim ama yeterince araştıramadım. Bir başka yapı, Bomonti’de bir arka sokaktaki kullanılmayan su deposu ve yanındaki bina. İnternette araştırdım, İstanbul Ansiklopedisi’nde çeşitli başlıklarda aradım, ama herhangi bir bilgi bulamadım.

Bir gün arabayla Perşembe Pazarı ile Bankalar Caddesi arasındaki dar sokakların birinden geçerken gördüğüm bina ilgimi çekti. Sıkışık trafikte camdan başımı uzatıp kapıda bekleyen hamallara sordum bu binanın adı nedir diye, emlákçı sanıp ‘satılık değil abi’ diye cevap verdiler. Sonradan o güzel binanın Serpuş Han olduğunu öğrendim.

Limon çizerlere serbestlik sağladı

Önceki kuşakta çizgi ve resimle uğraşanlar arasında şiir yazanlar da vardı. Sonraki kuşakta ise çizerler müzikle ilgili. Siz şiir ve öykü yazıyorsunuz.
Uzun süre edebiyatla ilişkim okur düzeyinde sürdü. Resme ilgim ise okul öncesinden başlıyor. 70’li yılların sonunda ve 80’lerde Gırgır’ın popülaritesi ve Oğuz Aral’ın pazartesi derslerinin etkisiyle gençler arasında karikatür çok yaygındı. Ben de buna kapılıp karikatüre başladım. Çizgiyle edebiyatı yan yana düşünmeye başlama sürecim Limon dergisinin çıkışıyla başladı. Limon’da çizerler için büyük bir serbestlik doğdu, ben de içimden geldiği gibi, gölge ağırlıklı yazısız kısa hikáyeler çizmeye başladım. Bunları kısa öykü yazar ya da kısa metrajlı bir film çeker gibi kuruyordum. Dolayısıyla edebiyat bir yerlerden çizgilerime sızmaya başlamıştı. Sonra yazdığım öyküler de aslında bu çizgili öykülerin metin olarak hikáye edilişidir. Bir gece Limon’da geç saatlerde çalışırken, çizdiğim karelere kısa şiirsel metinler eklemek istedim. Sonuç hoşuma gitti, bunu sürdürdüm. Daha sonra çalıştığım Express, Öküz gibi dergilerde de bu üsluba yakın işler yaptım. Tabii sırtını çizgiye dayamayan edebi ürünler vermeye yeltenmek uzun süre bana yabancısı olduğum sulara girmek gibi geldi. Bu cesaretini bulmamdaki en büyük etken Enis Batur’dur.

Çizginiz mizaha çok yakın değil.
Karikatür çizmeye başladığımda ister istemez Gırgır akımının etkisindeydim. 1985’te Limon’un çıkışıyla Güzel Sanatlar Fakültesi’nin resim bölümüne girişim denk düştü. Limon’daki serbestlikle okulda yaptığım resim çalışmaları çizgilerimi herhalde etkiledi. Son yıllarda yaptığım çizimlerde, etkilendiğim fotoğraflardan da yararlandığım için çizgilerim karikatürden epeyi uzaklaştı. Ama yine de mizahı, karikatürü hayatımdan çıkaramıyorum. Bir konuda derdimi anlatmakta zorlandığımda hemen karikatüre başvuruyorum. Çalıştığım yayınevinde çeviri yapan arkadaşların metinleri üzerinde düzeltme yaparken bazen yapılan hataya dair sayfa kenarına karikatürler çiziyorum. Hem kırıcı olmuyor, hataya hep beraber gülüyoruz, hem de akılda kalıyor, aynı hata bir daha pek yapılmıyor.

Star

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder