05 Haziran 2011

Fatih'in Meşhur Fetih Tablosunun Ressamı Kim?

Hasan Rıza'nın Tablosu - Fausto Zonaro'nun Tablosu

Fatih'in meşhur fetih tablosu zannedildiği üzere Fausto Zonaro'nun mu, yoksa Hasan Rıza'nın eseri mi?

İstanbul'un fethi dendiğinde zihnimizde canlanan şeylerden biri de Fatih Sultan Mehmed'in şehre girişini gösteren tablodur. Bu tabloda Fatih, beyaz bir at üzerinde zırhlı olarak tasvir edilmiştir. Hemen arkasında; bir tanesinde fetih suresinin ilk iki ayeti, diğerinde de kelime-i tevhid yazılı iki al bayrak bulunmaktadır.

Fatih'in atının hemen sağ yanında, hocası Akşemseddin'i görürüz. Yerde insan cesetleri, cansız at bedenleri vardır. Fetih ordusu şehre girmekte ve mukaddes bir an yaşanmaktadır. Fetih gününü anlatan bu nefis tabloda Fatih'in atının sol yanında sakallı bir yeniçeri görürüz. Tüfeğini çapraz tutmuş bu asker, o anı tuvale geçiren ressamın ta kendisidir.

Sultan Abdülhamid Han'ın emriyle yapılan bu eser, “Ressam-ı Hazret-i Şehriyarî” unvanıyla saray ressamlığı görevini icra eden Fausto Zonaro'ya aittir. 1905 yılında tamamlanan eserde Zonaro, kendisini fetih ordusunun bir askeri olarak göstermiştir. Bu bir imza tekniğidir. Ve Zonaro esere kendisini o kadar mahir bir şekilde kompoze etmiştir ki onu tam bir Türk askeri olarak görürüz.

Ne var ki bu tablo bir röprodüksiyondur. Eserin aslı Hasan Rıza isimli bir Türk ressama aittir. Hasan Rıza'nın eseriyle Zonaro'nun eseri o kadar aynı o kadar aynıdır ki sağdaki zenci askerden Fatih'in duruş şekline, yerdeki cesetlerden duvar perspektifine kadar her şey “hüvesi hüvesine” aynıdır. Farklı olan tek şey vardır iki eser arasında: Fatih'in sol yanındaki yeniçeri.

Hasan Rıza, Zonaro'dan daha mahir bir şekilde yerleştirmiştir kendini kompozisyona. Pala bıyıklı, pehlivan yapılı bir insan olan Hasan Rıza, esere daha bir yakışmaktadır. Zira, fethin “ni'mel-ceyş” diye tavsif edilen kutlu askerleri arasında bir ecnebiyi görmektense bir Osmanlıyı görmek yeğdir.

1898 yılında yani Zonaro'dan yedi yıl evvel eserini tuvale döken Hasan Rıza'nın fethe dair tek çalışması bu değildir. Yetmiş iki pare geminin karadan Haliç'e indirilişini tasvir eden bir eserin yanı sıra ordu-yı hümayunun toplarla Edirne'den hareket edişini de tuvale geçmiştir Hasan Rıza. İstanbul Askeri Müze'de bulunan bu tablolarda savaş havasının ve milli hissin net bir şekilde görülmesi Hasan Rıza'yı diğer savaş ressamlarından ayırmaktadır.

Hasan Rıza'nın bu başarısı onun ilk resim tecrübelerini savaş meydanında gerçekleştirmesinden ileri gelir. Osmanlı-Rus savaşı patlak verdiğinde Bahriye Mektebi'nde bir talebe olan Hasan Rıza, söz konusu savaşa gönüllü olarak katılır ve savaşı resmetmekle görevli bir İtalyan ressamın yanına muhafız olarak verilir. Ressam, Hasan Rıza'daki resim kabiliyetini kısa sürede fark eder ve onunla özel olarak ilgilenmeye başlar.

Derken savaş biter ve Hasan Rıza okuluna döner. İtalyan ressam ile irtibatı devam etmektedir. Aynı yıl Hasan Rıza'ya Sultan Abdülhamid Han'ın “Sultaniye” adlı yatının iç tezyinatını yapma görevi verilir. Devrin Bahriye Nazırı, bu işi büyük bir maharetle tamamlayan Hasan Rıza'yı -henüz mezun olmamasına rağmen- “subay” rütbesiyle ödüllendirir. Fakat bu hadise, Hasan Rıza'nın askerliğe veda etmesine sebep olacaktır. Diğer öğrenciler bu durumu hazmedemedikleri için Hasan Rıza'ya tavır koyarlar. Onuruna çok düşkün olan Hasan Rıza askerliği bırakır ve kendisini resme verir. On yıl boyunca Napoli, Roma, Floransa gibi şehirlerde sanat faaliyetlerine katılır, kendini geliştirir.

Yurda döndüğünde donanmaya katılması teklif edilmiş olsa da o, resimle ilgilenmek istediği için bu teklifi reddeder. Edirne'ye yerleşir. Karaağaç'ta bir sanat atölyesi açar. Bir yandan da kurmuş olduğu Numune-i Terakki Mektebi'nin müdürlüğünü yapmaktadır. Karaağaç'ta geçirdiği huzurlu günler, onda Osmanlı tarihinin mühim olaylarını resmetme isteği uyandırır. Ve Hasan Rıza müthiş bir şevkle tarihimizin zaferlerini tuvale aksettirmeye koyulur.

“Birinci Viyana Muhasarası” adlı tablosu o kadar canlıdır ki kendinizi savaşın ortasında sanırsınız. Arka planda, toz bulutunun yanından Viyana'nın kuleleri görülmekte; padişahı korumaya çalışan askerlerle düşman kuvvetleri birbirine girmektedir. Bu tabloya bakarken kılıç ve nal seslerini duyar gibi olursunuz. Atlar ve askerlerdeki figüratif başarının yanı sıra tabloda padişahın bulunduğu konum da çok başarılıdır. Hemen her figür hareket halinde olmasına rağmen padişah sabittir. Hasan Rıza, sultanı resmederken hiçbir detayı kaçırmamış, atının sırmalı mahmuzlarından padişah kaftanının süslemelerine kadar her ayrıntıyı işlemiştir. Bu tabloda savaşın dehşetiyle Osmanlı'nın asaleti mezcedilmiştir.

“Belgrad Meydan Muharebesi” adlı tabloda ise merkezde beyaz bir at üzerinde oldukça celadetli bir Osmanlı askerini görürüz. Etraf toz dumandır ama merkezdeki askerin yüzünde “vecd” duygusunu ayan beyan görürüz. Arka planda kale burçları görülmektedir. Bu tabloda da savaşın tüm canlılığını hissederiz.

Hasan Rıza'nın en meşhur eseri “Mohaç Meydan Muharebesi”ni anlatan o mükemmel tablodur aslında. Tarihle iğne ucu kadar dahi ilgilenmiş olan herkes bu eseri görmüştür bence. Tablonun merkezinde dörtnala giden bembeyaz bir at ve atın üzerinde al kıyafetiyle esmer bir asker bulunmaktadır. Atın kaldırdığı tozların arasında üç hilalli Osmanlı bayrağının yanı sıra birkaç asker daha seçilmektedir. “Savaşın aşkı”, merkezdeki askerin duruşunda o kadar harika verilmiştir ki bu resme bakarken hayaliniz sizi o güne kanatlandırıverir. Atların mübarekliğine ve askerlerin iman gücüne gıpta edersiniz.

Bu saydıklarımız Hasan Rıza'nın zaferler serisinden birkaçıdır yalnızca. Pek çoğu günümüze ulaşmamış olan bu tabloları Ankara Orduevi'nde, İstanbul Askeri Müze'de, Deniz Müzesi'nde, Resim ve Heykel Müzesi'nde görebilirsiniz.

Peki, neden Hasan Rıza'nın zaferler serisinin pek çok eseri kayıptır?

Bu sorunun cevabı oldukça hazindir. Buyurun Mart 1913 tarihine uzanalım ve ressamımız Hasan Rıza'ya bir göz atalım:

Balkan Harbi'nin devam ettiği günlerdir. Edirne'de hastane müdürlüğü de yapmakta olan Hasan Rıza, o meş'um günde Bulgar askerlerinin şehre girdiğini haber alır almaz atölyesindeki resimler aklına gelir. Resimlerini korumalı, bir şeyler yapmalıdır. Dostlarının bütün ikazlarına rağmen hastaneden çıkar ve atölyesine koşar. Eserlerine kavuşma ümidiyle sanat yuvasına ulaştığında Bulgar askerlerinin, bin bir emekle yaptığı tabloları yağmaladığını görür. Büyük bir hırsla atılır askerlerin üzerine. Fakat mertlik, bir tüfeğin içinde birkaç gram barut kadardır. Vurulur. Tuvale yansıttığı yeniçerilerin kıyafetlerinin renginde süzülür gider canı. Atölyesinin zemini al kanlara boyanır. Cesedi dahi bulunamaz Hasan Rıza'nın.

Karaağaç'ı Yunanlardan savaş tazminatı olarak aldıktan sonra sembolik bir şehitlik yapılır. İşte bu şehitlikte “sembolik” bir mezarı bulunur Hasan Rıza'nın. O kadar.

Ya tablolar? Bulgar askerleri eserlerin bir kısmını Sofya'ya götürür. Hasan Rıza'nın mesai arkadaşı ünlü ressam Sami Yetik'in gayretleriyle (Sami Yetik, Bulgarların esiri olarak Sofya'ya götürülmüştür.) tabloların bir kısmı Viyana Müzesi'ne verilir. Bugün elimizde bulunan eserleri onun “kurtarılmış” eserleridir. Kurtarılamayanlar o kadar çoktur ki…

O gün hunharca katledilen yalnızca Hasan Rıza değildir. O gün maziye dair çok ciddi bir “görsel hazine” yitirilmiştir.
Hasan Rıza'dan evvel de Fatih Sultan Mehmed'in şehre girişine dair bir tablo yapılmıştı.(1876) Ne var ki Benjamin Constant'a ait olan bu tabloda ne Fatih bizim muhayyilemizdeki Fatih'ti ne de askerler bizim askerimize benziyordu. O tablo -bütün sanatsal başarısına rağmen- bize uzaktı. Hasan Rıza, aynı manzarayı bizim iklimimize uyarlamıştı. Zonaro ise Hasan Rıza'nın aydınlattığı o iklime birkaç fırça darbesiyle dokunuvermişti yalnızca. Yanlış anlaşılmasın, kastımız Zonaro'yu hor görmek değildir. Zonaro saray ressamıdır ve Osmanlı'ya hizmet etmiştir. Fakat onun büyük bir ressam olması fethe dair iki eserini Hasan Rıza'dan kopya ettiği gerçeğini değiştirmez. Zonaro'nun eserlerini daha makbul kılan şey ise Hasan Rıza'nın eserlerinin “sepya” (kahverengi-siyah tonlarda) olmasıdır. Zonaro'nun tabloları ise yağlıboyadır. Dolayısıyla renklidir.

Hasan Rıza'nın tarihî maceramızı görselleştirmeye yönelik gayreti takdire şayandır. Oluşturduğu sanat eserlerini korurken şehit düşmesi ayrıca takdire şayandır. Fakat bütün bunlara rağmen yeni neslin ondan bihaber olması hayrete şayandır.

Daha büyük bir hayret ise Hasan Rıza'nın mezar taşında yalnızca: “Hasan Rıza Bey - 28.3.1913, Cuma, evini yağmaya giren Bulgar askerleri tarafından öldürüldü.” yazmasıdır.

Bize “İnsaf!” demek düşer.

İnsaf!

Kaynaklar:
A. Süheyl Ünver, Ressam Şehit Hasan Rıza Hayatı ve Resimleri; Sami Yetik, Ressamlarımız, 1997; Seyfi Başkan, “Şehit Hasan Rıza Osmanlı Savaşlarının Ressamı”, Türkiye'de Sanat, Eylül/Ekim 1999

Ahmet Pak
Yedikıta Dergisi
Sayı 29 - Ocak 2011

1 yorum:

  1. Sanat tarihimizin pek bilinmeyen bir yönüne ışık tuttunuz. Merak, zevk ve hayretle okudum ve paylaştım. Teşekkürler.

    YanıtlaSil