31 Ocak 2008

2. Uluslararası Aysergi - Pulya Karikatürcüler Buluşmasına Katılan Karikatürcülerin Karikatürleri!


Erdoğan Karayel (Almanya)

Arif A. Albayrak (Kıbrıs)

Cemal Tunceri (Kıbrıs)

Ezcan Özsoy (Kıbrıs)

Halis Dokgöz (Türkiye)

Hicabi Demirci (Türkiye)

Huseyin Cakmak (Kıbrıs)

M. Serhan Gazioğlu (Kıbrıs)

Mehmet Arslan (Türkiye)

Peter_Nieuwendijk_(Hollanda)

Saeed Sadeghi (İran)

Seyran_Caferli_(Azerbaycan)

Shahram Rezai (İran)

Tan Oral (Türkiye)

Ümit Müfit Dinçay (Türkiye)

Valeriu_Curtu_(Almanya)

Karikatür ve Kösnüllük!

KARİKATÜR VE KÖSNÜLLÜK

Hasan EFE

hasanefe35@hotmail.com

Popüler bir yaklaşımla ad koymak istenseydi başlık, Karikatürde Cinsellik ve Erotizm olabilirdi. Belki Cinsel ve Erotik Karikatürlerde Birey şeklinde de düşünülebilir.
Kösnü, halk dilinde yaygın olan, ama kırsalın dışında pek kullanılmayan bir sözcük. Eski Türkçe ile Orta Türkçedeki arzu etmek ve dilemek anlamına gelen “köse” den türeyen kösnü, Erkek ve dişinin birbirine karşı duydukları cinsel istek, şehvet anlamına gelir bugünkü konuşma dilinde. Anadolu ağızlarındaysa; ‘kösnük, kösmük, kösnek, küsnek, küsnük’ 1.çiftleşmek isteyen at, eşek vb hayvan; 2.cinsel sapık erkek; 3.isterik kadın anlamına gelir.(1)
Cinsellik, bir ad olarak dilimize Arapçadan gelen ve yaşambilimde(biyoloji); erkeklik ve dişilik olarak canlı varlıkların cinsel özelliklerinin tümü olarak açıklanır.(2)
Aynı kaynak erotizm’in, ad olarak Yunancadan dilimize girdiğini imler ve şu anlamlarla karşılar; 1.erosçu olma durumu, 2.cinsel duygu ve isteklerine çok düşkün olma durumu. Eş. Erotizm, yeni kösnüllük.
Eros, Yunan mitolojisinde aşk tanrısı olarak geçer. Cupido, Roma mitolojisindeki karşılığıdır. Eros yalnızca aşk değil, üremenin de tanrısıdır. Eros mitolojide ve kaynaklarda gençleştirilerek (çocuklaştırılarak) sevginin de sembolü haline getirilmiştir.
Serre’nin şu karikatürü buna bir örnektir.


Başlık, Cinsel ve Erotik Karikatürlerde Birey, olsaydı birey kavramının irdelenmesi bizi dirimbilimin derinliklerine de götürebilirdi. Wilhelm Reıch bu konuyu “Kişilik Çözümlemesinde” ayrıntılarıyla ele almıştır. Oysa cinsellik kavramında da bu dirimbilimsel özellikleri ana çizgileriyle görebiliriz. Erich Fromm Sevme Sanatında, Freud’a göre sevgi, temeli cinselliğe dayanan bir olgudur, der. Bir alıntıyla şöyle sürdürür, “İnsan kendisine en büyük zevki, cinsel(cinsel organlarla) sevişmenin verdiği deneylerle bulmuştur ve böylece cinsel sevgi insanın her türlü mutluluğunun öncüsü olmuş ve o, mutluluğunu cinsel ilişkilerde, cinsel organlarla birleşme yollarında aramayı yaşamının ana noktası haline getirmiştir.”(satırlarda agk, 88)
Bunu da Serre’nin alttaki karikatürüyle içleştirelim.

Cinsellik yaşamsal bir kavram olarak dirimbilimin alanında en geniş ayrıntılarıyla ele alınıp incelenirken ruhbilimle de iç içedir. Öte yandan bireyin cinsel yaşamı kültürel, ekonomik, tarihsel ve coğrafi olarak da içleşmiş durumdadır.
Örneğin batı kültürünün hoşgörü ve doğallıkla algıladığı bireyin cinsel yaşam biçimi doğu toplumlarında tersinlenmiş olarak ortaya çıkar. Bu da kapalı ve sapık ilişkileri doğurur.
Metin Üstündağ’ın şu karikatüründeki gibi.

Örneğin ülkemizin çok yakın geçmişinde yaşanan Manisa, Siirt, vb bölgelerdeki cinsel sapma olayları bunun en kaba örneğidir. Geçtiğimiz yıllarda batıda yaşanan ve bütün Avrupa’yı ayağa kaldırın, bir babanın öz kızını yıllarca mahzende tecavüz etmesi ve bu tecavüz sonucu çocukların doğması, yüzyıllarca süren kültürel ilişkileri alt üst etmiştir o coğrafyada.
Bu ve benzeri olaylar bireye ait olduğu toplumda “ben” olup olamama durumunun bir sapma şekliyle patlamasından başka bir şey değildir. İç yaşamının volkanını ortak değerler bileşeninde aşamayan birey, kendini çevreleyen ekonomik koşulların, farklı biçimde kendine sağladığı olanaklarla bu iç çatışmalarını toplumla ters düşecek şekilde yaşar.
Yine Serre’den bir örnek.


Cinsellik eğitilebilirliği de kapsar. Bu, ilkin aile sonra da eğitim kurumlarında sürer. Bizim gibi ülkelerde hem aile hem de eğitim kurumlarında genel olarak böyle bir eğilim söz konusu değildir.
Cinsellik ve erotik kavramlarını ele alırken bazı sözlük ve ansiklopediler sözcükleri birbirleriyle de karşılarlar.
Sözcüklerin kullanımında algıya kattığı ayrıntıları da göz ardı etmemek gerekir. Günlük yaşamda kullanılan erotizm ile cinselliğin arasındaki farkı ipince bir çizgiyle ayırmak olasıdır. Dirimbilimselliğin dışında cinsellik her ne kadar biraz ağırlaşsa da erotizm daha hafif, daha insansı ya da kabalığa ve hayvansı isteği geri iten bir çağrışımı göz ardı etmemek gerekir. Cinsellikteki algıysa erotizmin tersinlenişi olarak da düşünülebilir.
Karikatür sanatındaki cinsellik (kösnülük) teması, bütün ülkelerde yaşanan bir gerçekliğin estetize edilişinden başka bir şey değildir. Bunun verilişi yani cinsellik ya da erotizmin karikatür ile yansıtılışı o ülkenin eğitim ve kültürel durumuyla yakından ilgilidir.
Ülkemiz karikatüründe bunun binlerce örneğini görebiliyoruz. 1900’lü yıllardan günümüze dek birçok mizah ve karikatür dergisinde erotik ve cinsellik konusu işlenmiş ve çok da ilgi çekmiştir. En çok da satış yapan dergilerin başında bu tür yayımlar gelmektedir.
İlginin bu derece yoğun olmasının en önemli özelliklerinden biri cinselliğin, bir tabu olmasıdır. Özellikle birkaç büyük kentimizin dışındaki şehir, kasaba ve köylerimizde gençler açıkça, orta yaşlı ve az sayıda yaşlılar da gizli bir şekilde cinselliği konu alan mizah- karikatür dergilerini zevkle okumaktadırlar!
Kendi içlerindeki bastırılmış duygularının, ortaya koyamadıkları ya da sağlıklı yaşanamayan cinsel ilişkilerinin yansımalarını bu dergilerde görmektedirler.
Fatih Solmaz’ın şu karikatürüne bir bakalım.





Bireyler kendi ‘ben’lerini bu dergilerde bulmaktadırlar.
Okurun kültür düzeyinin düşük olması karikatürcüyü de zorlamamaktadır.
Tematik olarak estetik kaygı ve sanatsal beğeni sorunu olmayan bazı çizerler, okuru da alt seviyelerde tutmaktadırlar.
Bir başka gözle bakıldığında çizerler, toplumdaki bireylerin bir sesi, soluğu olarak öne çıkar, ilgi de görürler. Oysa bu ses, onların(okurların) duygularını, bastırılmış sorunlarını salt sorun olarak ortaya koyar. Bu, karikatürü bir sanat olarak ele aldığımızda reddedilemez bir durumdur. Ama kapalı bir toplumun değer yargıları bir üretim malzemesi olarak ele alındığında sanatsal sorunun da sorgulanma durumu ortaya çıkar.
Sonuçta karikatür sanatında bir meta olarak ele alınan cinsellik, sanatın da ötesinde ekonomik, kültürel, toplumsal, sosyal, biyolojik, ruhsal alanların toplamı olarak kendini çarpıtılmış bir şekilde piyasaya sürer.

(1.) Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Prof. Dr. Tuncer
Gülensoy, A-N, TDK, Ankara 2007
(2.) Tükçe Sözlük, Ali Püsküllüoğlu, Doğan Kitap 2.bas. Ekim 1999 İstanbul

30 Ocak 2008

Bir Karikatürün Söyledikleri!

BİR KARİKATÜRÜN SÖYLEDİKLERİ

Karikatürde hoşgörü, mizah ve sevecenlik yan yanadır, bunların hepsi bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Bu sanat akımı ilk ortaya çıktığı yıllarda, (bir kişiyi, bir resmi…) fotoğrafı çarpıtan/bozan/değiştiren bir anlam çağrıştırıyordu. Bunun yanı sıra karikatürün kendi gerçekliğinde iktidarı eleştirmek, politikanın sınırlarında gezinmek gibi bazı işlevselliği de olmuştur. Yine de bu sanatın insanı bazen gülümseten/düşündüren, bazen de içini acıtan çizimleri söz konusudur.
Avrupa’da karikatür sanatı hayli yaygın, ilgi gören ve sıkça gündemde yer alan bir özelliğe sahiptir. O coğrafyada özgür bilim ve yaşamın yüzyıllar önce bağnazlıktan kurtulmasıyla, yeni düşünce akımlarının önü açılmıştır. Tam da buruda karikatür üzerine düşen görevi yerine getirmeye başlamıştır. Sözgelimi, kralları, iktidar sahiplerini, soyluları ve bağnazları alaya alan, onlarla dalga geçen, bunları yaparken halkı düşünmeye de davet eden bir kışkırtıcılık içermekteydi. O güne kadar kafasında altın kaplama tacı ile oturduğu devasa büyüklükteki tahtında herkese emirler yağdıran
İnsanın evrimselleşmeyle birlikte doğa, çevre ve sosyal koşullar üzerine kurduğu mutlak hâkimiyet, aklın/bilimin önderliğinde deyim yerindeyse zirveye ulaşmıştır. Bu aşamadan sonra sanatın yaratıcılığı sayesinde estetik değerler, güzellik kavramı, iyi-kötü anlayışı, Tanrı inancı, dinsel metinlerin ahlaki yapısı ile insan kendine özgü bir yol bulmaya başlamıştır. Eski Yunan döneminde genellikle sanat kavramı “taklit” diyebileceğimiz türden, doğrudan “yansıtmaya” dayalı bir anlayış içermekteydi. Sanatçı çizeceği resimde, yontusunda, diğer sanat ürünlerinde olabildiğince insanı tam ve net olarak yansıtan bir anlayış içindeydi. Bu özel durum söz konusu dönemin kendine özgü yapısı içinde canlanmış, tomurcuklanmış, hayli mesafe almış ve Pagan ayinlerinden, mistizmin uç noktalarına, Şaman rahiplerinin trans halindeki dans figürlerine kadar daha birçok alanda kendini göstermiştir. Binlerce yıl öncesinin insanları sosyal konumları ne olursa olsun, metafizik yapının ve dinsel kuralların katılığından uzak, içrek bir yaşamın tanımsallığını imlemekteydi. Burada dinsel metafor, tabular, katı gelenekler, köhnemiş adetler yoktu. Bireyin yaşamı kendi özgür iradesiyle oluşturduğu inisiyasyon ve sanatın yaratıcılığında sürekli devinmekteydi. Felsefenin katılımı ile bireyin devasa boyutlardaki üretkenliği, bilim ve sanatın harmanlandığı mozaikteki yüksek ahlaki yapı sayesinde kendini tanımaya, tanıdıkça da eleştirmeye başladı. İşte bu dönemlerde insan kendisiyle barışık, yaptıklarını alaya alabilen, bunu sanatın türlü kanallarında gösterebilen bir yüksek olgunluğa erişti. Sanat ve akıl yan yana olduğu sürece felsefe evrensel ışığını onların üzerinden çekmedi, varlığını günümüze kadar sürdürdü. Kadim Mısır uygarlığının temelini oluşturan ezoterik bilgiler ve inisiyasyon sembollerle “içrekliğini” sonraki nesillere aktardı. Eski Mısır ve Sümer dönemlerindeki resimli yazı bugün karikatürün ilk katmanı olabilir mi? Belki… O dönemlerde bilgiyi hak edene gerektiği kadar vermek/aktarmak anlayışı, bugün bir karikatürün, bir bestenin, bir edebî yapıtın ya da bir resmin içinde sezdirilerek verilmektedir. En azından bazı sanatçıların bunu yaptıklarını söyleyebiliriz...
İnsanın yarattığı ender güzellikteki sanat dallarından biri de karikatürdür. Bu sanat dalı hiç kuşkusuz bireyin kendisini, gördüklerini, çevresini alaya almasıyla başlamış, (kimilerince) önce resim sonra da doğrudan çizgiyle tanışmış ve etkisini güçlendirerek süreklilik sağlamıştır. Karikatür sanatı bir insanı, bir olayı ya da bir düşünceyi karikatürize ederek gülünç bir biçimde yansıtılması olarak tanımlanabilir. Burada temel amaç şudur: Karikatürcü kendi çizgilerinde neyi ya da kimi yansıtacaksa kişisel görüşüyle çizme becerisini özdeşleştirir. Artık o karikatür birkaç çizgi darbesiyle topluma ait olmuştur.
Eski Yunan döneminde insanı ve bazı figürleri anatomik açıdan genelleme yaparak doğrudan yansıtma anlayışının, sözünü ettiğimiz karikatür sanatının hayli dışında kaldığını söyleyebiliriz. Sanatçının düşlem gücü, yaratıcılığı ve özgür iradesi sayesinde çizgilerinin derinliklerinde “eleştiri”, “öneri”, “alay” ve “düşünsel derinlik” temaları gözlemlenebilir. Bir dönemin karanlık sayfalarında “gülmenin” insanı Tanrı’dan uzaklaştıracağı (?) gibi akıl ve mantık sınırlarını zorlayan abuk sabuk bir anlayışın varlığını belleklerimizden ne yazık ki kolayca silemeyiz. Üstelik özgür insan iradesiyle hiçbir biçimde bağdaşmayan, tamamen geleneksel yapının en dibindeki bağnazlığın tomurcuklanmış görüntüsünden başka hiçbir şey olmayan bu sözde anlayışı bugün nasıl savunabiliriz ki? İşte karikatür bu bağnazlığın tam da beline ince bir darbe indirmiştir.
Karikatür sanatı günlük yaşamın her evresinde karşımıza çıkabilir, siyasetten çevre bilincine, eğitimden bireysel tavırlara kadar daha birçok alanda boy gösterebilir. Sanatçının çizgilerinde evrensel değerleri gözlemlememiz söz konusu olabilir. Bunların içinde Tanrı, dinsel bağnazlık, siyaset ve ahlaki değerleri sayabiliriz.
Karikatür sanatı kendi estetik yapısı, sanat anlayışı ve düşünsel derinliği içinde birçok konuyu barındırır; bunların her birini kendi öznel yöntemiyle somutlaştırır.
Aşağıdaki karikatürde ülkemizin usta karikatüristlerinden Hasan Efe’nin özgün bir karikatürünü görüyorsunuz. Sanatçı burada kişisel duyarlılığını çizme/yaratma becerisi ile birleştirmiştir. Hiç kuşkusuz yılların deneyimli sanatçısı burada salt bir güldürü amacı gütmemiştir. Onun özgün çalışmaları içinde sıkça görülebilecek türden bir karikatürün arka fonunda gizli duran, bir kazıbilimcinin bilme yetisini kullanarak kazdığı toprağın altında hazine arar gibi biz de bu eser üzerine yoğunlaşacağız. Bir soğanın cücüğüne inen bu yolculukta karşımıza bolca sürpriz çıkacak, bazen yolumuzu şaşıracak, hatta korkacak ve geriye dönmeye çalışacağız. Yolumuza kararlılıkla devam ettiğimizde, yanından geçtiğimiz evrelerin her birinde sanatın katmerlerini, duyarlılıklarını ve tonlarını bulmamız olasıdır. Öncelikle buna hazırlıklı olmalıyız, yoksa işimiz daha ilk baştan güçleşir ve ivedilikle kaybolabilir.

Karikatüre sıradan bir bakışla yaklaştığımızda elinde bir çalgı aleti olan, insanları güldüren, kendince eğlenen biri olduğunu söyleyebilir miyiz? Böyle midir gerçekten? Çalgıcının gülen, sevimli görüntüsü yeterli midir bunu açıklamaya? Asla! Karikatür sanatının diplerine doğru gezintiye başladığımızda görülecektir ki bazen insanı kaygılandıran, derin düşünceye iteleyen, kendisiyle hesaplaşmaya yönlendiren, bazen de çevresindekileri farklı bir açıdan görmeye/tanımaya yarayan bu sanat dalı sadece eğlenceli bir sunum olmaktan çok uzaktır. Karikatüre dikkatle bakıldığında hemen görülemeyen; oysa içine yolculuk yaptığımızda birer birer karşımıza çıkmaya başlayan soru imleri sayesinde çözümleyeme doğru ilerleriz.
Eski Yunan filozoflarından Epikuros’un yaşam hakkındaki savı hayli tartışma yaratmıştır. Bu sava göre insanın mutluluğu her şeyin üzerindedir. Felsefe, bu savı destekleyecek olanakları araştıran, ahlaki temel üzerine kurulacak yeni düzenin oluşmasına bu açıdan yardımcı olacak bir yan etkendir. Yaşamın pratik yüzünü yansıtan, öznel anlamda bireysel mutluluğu önemseyen, bireyin gülmesi ve kahkaha atması üzerine bir eğilim gösteren bu anlayışı Hasan Efe’nin karikatüründe gördüğümüzü söyleyebilir miyiz? Henüz ilk belirlemede bile katıldığımızı söyleyemeyiz. Evet, kuşkusuz bizim karikatürümüzde de çalgıcı adam gülmekte, şarkılar söylemekte ve eğlenmektedir. Şimdi bu konuya biraz daha derinlik kazandıralım. Orta Asya dini diye tanımlanan, aslında Sibirya coğrafyasında “can” bulan Şaman öğretisi bu açıdan bize bazı örnekler sunabilir. Şöyle ki; bir Şaman rahibi trans haline geçtiğinde “öteki” dünyadan sesler duyar, oradaki ruhlar ve tanrılar ile konuşur, onlarla iletişime geçer. Şaman rahibinin elindeki davulun sesi yoğunlaştıkça okuduğu dualar, mırıldandığı sözcükler ile farklı bir “yapının” gizil geçitlerinde dolaşmaktadır artık. Doğa-insan ilişkisinin en somut örneği olan Şamanizm (kendi temelinde) çok Tanrılı bir inancın, bu doğrultuda yoğrulmanın ve dinsel yapının tam ortasında yer alır. Şaman rahibinin elindeki davul sıradan bir çalgı aleti olmaktan çıkmış, “öteki” dünyanın kapısını açmaya zorlayan bir “güç” olmuştur. Rahibin duaları gülmenin, eğlenmenin duyarlılığı ile algılanamaz. Çalgı çalan adam ise bu duyarlılığın sınırlarını alaysama ile zorlamaktadır. Hasan Efe’nin karikatüründeki çizgiler ile aralarındaki tek ortak nokta bireyselliği olabilir. Öznel bir optik yoğunlaşma sayesinde “septik çizgisel derinlik” farklı kazanımlar çağrıştıracaktır. Düşünsel sarmalın uçlarındaki soyut/figüratif tonlamalar, öznel tasarımlar, imgelemler ve yaratıcılık ne derece bu bağlantıyı örtüştürebilir? Bu saydıklarımızın her biri kendi kulvarlarında öznel çizgiler üretmektedir.
Hemen ilk iki açılımı yeniden anımsayalım. Biri, Epikuros’un insanın bireysel mutluluğu üzerine olan özgün savı idi. İkincisi, Şaman rahiplerinin davul çalarak yakalamaya çalıştıkları transın içindeki gizil geçitlerde dolaşması üzerineydi. Her ikisi için de resmin temel öğesi olan gülme ve şarkı söylemenin üzerine kurulmuş (Şaman rahibi bu açıdan biraz daha farklıdır) olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı yarı saydam bir maddenin köpüğü bol ve dağılmış bir haldeki görünümünü andırır. Öte yanda damıtılmış ve özümsenmiş bir içrekliğin son kalıntılarını gözlemlememizin olasılığı söz konusudur. Epikuros ve Şaman rahibi kalıtsal genel geçerliliği özümseyen, yüksek çözünürlüklü iletkenlik duyarlılıklarını ne denli resme yoğunlaştırabilir? Hiç kuşkusuz burada temel sorulardan biri de şu olmalıdır: Bir kere Epikuros yaşamın bireysel tavırları içinde ele aldığı mutluluğu tanımlarken ahlaki yapının tek ve biricik olduğunu önemle imler. Şaman rahibi ise bu duyarlılığı çaldığı davul sayesinde transa geçip çevresine yaymaya çalışır. İkincisinde dar bir açıdan da olsa resme bazı yüklemeler yapabiliriz. Yani tanımsallık ile öznellik arasındaki o incecik çizgide bir görünüp kaybolan, ardından yeniden bezenmiş renklerle ortaya çıkan “gülmenin” temelinde yatan “eğlencenin” hiç de öyle kolayca çözümlenebilen bir yapı olmadığını kabul etmemiz gerekecektir. Peki, burada “sözün” bir önemi yok mudur? Evet, vardır. Stanislavski’nin ölümsüz eseri “Bir Karakter Yaratmak” adlı kitabında şunları okuruz. “Bir sözcüğe ya da tümceye ne kadar çok değişik anlam yüklenebildiğini, dilin ne derece zengin olduğunu bir düşünün. Dil, bir insanın ruhunda ve zihninde olup bitenleri başkalarına iletecek güçtedir. (s,103) Burada çok net bir biçimde görüyoruz ki gülmenin çıkardığı sesler bile önemsenecek birer olgunlukta değer kazanımlardır. Dil ile iletişimin nesnel yorumsallığı üzerine fazla dolaşmadan şöyle bir uyarlama yapalım istiyoruz. Karikatürdeki gülümseme ve çıkarılan nota sesleri farklı bir açılımın yorumu gibidir. Sözgelimi, Şaman rahibi özel bir dilde mırıldandığı dualar sayesinde “öteki” dünya ile iletişim kurmaktadır. Adamın ise böyle bir gayreti, beklentisi ve çabası yoktur. Burada kısaca toparlamaya çalışacak olursak, adamın ağzından çıkan sözcükler değil, güvercinlerdir. İşte sanatçı daha ilk durakta bizi şaşırtmaktadır. Çalgı çalan adam ne bir Şaman rahibidir, ne de Epikuros’un ahlaki öğretisini savunan bir filozoftur. O elindeki çalgı ile çevresine (belki de tüm insanlığa) özel bir mesaj vermeye çalışan biridir. Uzaklardan duyulan bir helikopterin uğultusu kulaklarımızda çınlamaya başlamıştır. Dağların ardından o çelik kuş belirmeye/görünmeye başladığında sesin yerini nesnellik almaya başlayacaktır. Madeni cisim ile onun çıkardığı ses arasındaki iletişim kendiliğinden doğallaşacak, bir süre sonra da ikisi bir bütün halinde belleğimizde yer edecektir.

Hasan Efe burada “sesin” ve “gülmenin” eğlendirici yanından mı bakmıştır resme, yoksa daha farklı bir açıdan mı? Bize göre sanatçı zor olanı yeğlemiştir. Bir kere “sesin” önderliğinde oluşan görüntünün en can alıcı noktası “güvercinlerdir.” Adamın ağzından nota ya da doğrudan bir şarkı sözü çıkmamaktadır. Klasik bestecilerin notalarında, eserlerinde genel olarak “sesin” büyülü yapısı müzik ile örtüşür ve bu doğrultuda izleyiciye ulaşır. Burada ses ile düşselliğin kıvrımlarında bir olayı anlatmaktır esas olan, yoksa başka bir şey değildir. Bestecilerin eserlerinde bir aşk, felsefi bir olay, dönemin eleştirel yorumu gibi… Usta besteciler müziği sanatsal bir şölene dönüştürür, bir yandan da ustalıkla dinleyiciye kendi imgelemlerinde “boşluk” bırakırlar. Dinleyici o “boşluğu” kendi duyarlılığı, eğitimi ve yetenekleri sayesinde doldurmaya çalışır. Hasan Efe de böyle bir yöntem izlemiş. Çalgıcı adamın ağzından çıkan güvercinler bir bestenin notalarını andırsa bile, temelde barışı, sevgiyi ve dostluğu imlemektedir. Aynı konuyu fazla dağıtmadan öykü sanatı ile de açıklayabiliriz. Yazar, bir öykü metninde belirgin ya da değil bazı “boşluklar” bırakmak zorundadır. Öykü okuru bu “boşlukları” kendi bireysel bilgisi/kültürü ile dolduracaktır. Ondan sonra öykü metni her okunduğunda farklı anlamlar ile yeniden karşımıza çıkacaktır. Yazınsal metin okunma ediminde kendi içsel yapısında sürekli değişime uğrayacaktır. Tümcelerin ikincil anlamları, farklı yorumlar, okurun kazanımları ve doğrudan katkıları ile aynı metin her defasında yeni bir içsellik yaratacaktır. Yeniden konumuza dönecek olursak, benzer bir uygulamayı karikatür ile de gerçekleştirebiliriz. Çalgıcı adamın ağzından neden “ses” değil, sadece “güvercinler” çıkmaktadır? Hasan Efe bilinçli bir yapılanma ile bunu karşımıza getirmiştir. Bir kere sesin yerini güvercine vermekle eşdeyişle çok daha geniş bir salınıma kucak açmıştır. Evrensel değerlerin soyut-somut çizgiselliği, felsefi derinliğin diplerinde yer alan katmanların tabanına yaydığı öznel yorumu hayli ilginçtir. Karikatürdeki adamın ağzından çıkan güvercinler sadece dostluğu, sevgiyi mi imlemektedir? Bize göre insanın en temel kazanımlarından olan “paylaşımı” dile getirmektedir. Öyle ya, çalgıcı adam bir şeyler söylemektedir. Ancak ağzından ses değil, güvercinler çıkmaktadır. Bu bir illüzyonist gösteri değilse nedir? Doğada sadece insan paylaşım, dostluk, sevgi ve sanat gösterisi sunabilir. Diğer canlılar karınlarını doyurmak için tuzak kurmaya yönelik, içgüdüsel bir tavırla çiftleşmek için bunu yapmaya çalışırlar. Çalgıcı adam ise yüzündeki sevgi dolu gülümsemesi ile belli ki bir amaç için bunu yapmaktadır. Müziğin evrensel dili ile insanlığa bir mesaj vermektedir. Dante’nin “İlahi Komedyası”nda kişinin üç aşamalı düşsel yolculuğu dile getirilir. Bu yolculukta cennet, cehennem ve Araf bölümleri vardır. Her bölümün sayısal değeri, tümcelerin dibindeki tortunun düşünsel derinliği öylesine geniştir ki hepsini toparlayabilmek neredeyse olanaksızdır. Ezoterik bilginin aşamaları örtülü bir perdenin arkasından sezdirilir. Hepsi bu. Unutmamak gerekir ki söz konusu metinde kişinin olgunlaşması için müzik, düşünsel derinlik, ruhsal olgunluk ve özgür düşünce/irade esastır. Karikatürde bunun küçük ipuçlarını görebiliyoruz. Çalgı çalan adam (belki de bir müzisyen) esrik bir döngüselliğin uç noktasında mıdır? Böyle ise elindeki çalgıdan çıkan nağmelerin etkisi, kendisine olan yansıması hiç de önemli değildir. Daha önce Şaman konusuna değinmiştik. Karikatürdeki adamın böyle bir içselliği, beklentisi ya da avuntusu bile yoktur. Doğrudan anlatmak gerekirse, onun ağzından çıkardığı güvercinlerin zaten önemli bir konumu ve iletisi söz konusudur. Bir dervişin kendinden geçercesine “hu” çekerek Tanrı’ya ulaşma özlemi, yetisi ya da beklentisi arasında önemli bir fark olduğunu söyleyebiliriz.
Anadolu coğrafyasında saz ve söz çok önemlidir. Tıpkı karikatürdeki adam gibi… Yüzlerce yıldır süregelen yaşam serüveninde dans, saz, söz ve ritüeller birbirlerini tetikleyen bir halkanın zincirleridir. İnsanın bedensel doygunluğu, ruhsal olgunluğu, kültürel ermişliği onun temel kazanımları arasındadır. Ağızdan çıkan güvercinler neyi yansıtmaktadır? Hasan Efe çizdiği karikatürde muzip bir anlayışı da vermiş midir? Kuşkusuz bu da olabilir. Ancak doğrudan bu anlayış üzerine karikatürün çizildiğini söyleyemeyiz. O halde bu sıra dışı durumu bir tür “gülümsetme” anlayışı sayabilir miyiz? Hiç sanmıyoruz. Hasan Efe, bu güvercinler ile barışın, özgürlüğün, dostluğun, paylaşmanın ve sevginin özgüven içindeki birikimini yansıtıyor bize. Adamın duruşu estetik açıdan yorumlandığında çok da özgün ya da çarpıcı bir görüntü içermemektedir. Sanatçının bu konuda ayrı bir duyarlılığı olduğunu söyleyebiliriz. O daha çok çizdiği karikatürdeki adamın sözü güvercine dönüştürmesi ile sanatsal imgelemin doruklarında izleyiciyi dolaştırmak istemektedir. Resme yeniden bakalım. Adam elinde tuttuğu çalgı ile özdeşleşmiş gözükmektedir. Hatta bunu biraz daha yaymaya çalışırsak, çalgı-insan-müzik üçlemesi hiç de küçümsenecek gibi değildir. Bedenin ruhen ve aklen uyumlu birlikteliği bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Yazımızın başında sözünü ettiğimiz olgun insanın, evrim sürecini yaşamış ve temel ahlaki kuralları benimsemiş birinin paylaşmaya yönelik bir sevdasıdır çalgıcı adam. Onun sözleri baldan tatlıdır, güzeldir, düşünseldir. Elindeki çalgı ise sadece bir “araçtır.” Hepsi bu.
Hasan Efe her zamanki ustalığını bir kez daha gösteriyor. Yılların karikatür birikimini adeta damıtarak, belirli bir süzgeçten geçirdikten sonra “özel” iletisini bizimle paylaşıyor. Sanatçının bireysel tavrı, dünyaya bakış açısı, politik görüşü önemlidir kuşkusuz. Onun çizgilerinde estetik kaygı çok fazla öne çıkmaz. Çizgisinin evrimi daha çok kendi yapısının dışındaki duyarlılığa açıktır, öyle de yoluna devam eder.
Hasan Efe bir karikatürü yaratırken, öncelikle onun işlevselliğini ve arka fonda vermek istediği iletiyi düşünüyor sonra da buna göre ana temayı kurguluyor. Karikatürün çizgiler teknik bir beceri içermekle birlikte izleyiciye dünya sorunları hakkında sorgulama şansı da tanıyor. Sanatçının kendine özgü karikatür anlayışı sıra dışı bir yapının en temelini oluşturmaktadır. Hasan Efe bunun üzerine iletiyi çizginin aralarına gizleyerek, izleyiciye soru sordurarak vermektedir. (Burada Sokrates’in ‘ünlü bilgi doğurtma yöntemini’ anımsıyoruz) Sanatçı ve izleyici bir karikatür üzerinde buluştuklarında, ikisinin artık doğrudan bir ödevi vardır. Biri çizdiği karikatürün içselliğini ve temel yapısını tanımlarken, izleyici de bunların ne anlama geldiğini sorgulamaya başlar. İkisinin ortak bir duyarlılıkta buluşması çok da güç değildir. Karikatürdeki adamın paylaşma, sevgi, barış ve dostluk üzerine olan “izlekleri” düşünsel açıdan yorumlanmalıdır. Bir sanatçının temel kaygılarından biridir, çağına tanıklık etmesi. Bu karikatürden anlıyoruz ki günümüzde barış, dayanışma ve sevgi birliği tehlikeye girmiştir. Küreselleşen dünyada her yerin köylere dönüşmesinin etkisi bundandır belki de. Demek ki her sanatçı kendi çağından kaygı duymalı, bu anlamda üretken olmalıdır. (Tufan Erbarıştıran - tufan_1921@hotmail.com)

Tay Yayınlarının Logosu Nereden Çalıntı idi?

TAY YAYINLARI LOGOSU NEREDEN ÇALINTI İDİ - 1

Hakan Alpin

Çizgiroman meraklıları gayet iyi bilirler, 1970'lerden 1990'ların başına kadar Türkiye'de çizgiroman sektörünün lokomotif yayınevi Tay Yayınları'ydı..

Sezen Yalçıner'in sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü'nde kurulan Tay, ilk olarak (ilerki bir yazımda detaylarıyla bahsetmeyi umduğum) İtalyan esseGesse üçlüsünün 'Tom Braks' başlığını yayınlamıştı..

Konusu Vahşi Batı'da geçen hikayede kılık değiştirme konusunda çok maharetli, seri tabanca kullanabilen ancak güleryüzlü bir kovboydur Tom Braks. Gerçi kankaları Tonton ve Baron ile birlikte maceralar yaşan kovboyun ismi ülkemizde Tom Braks yapılmıştır. Yoksa İtalya'daki orijinal yayın ismi 'Alan Mistero 'dur..

Tay Yayınları, Tom Braks'ın ardından ülkemizde de bir çizgiroman efsanesine dönüşen 'Zagor 'u ve onun ardından da (1951'de Alaattin Kral'ın sahibi olduğu Kral Ofset'inin meşhur ettiği bir başka Vahşi Batı kovboyu olan) 'Pekos Bill' i okurlarıyla buluşturmuştur..

Duran Ofset Matbaasında basılan Tay Yayınları'nın haftalık çizgiroman mecmuaları (o dönemde dergilere bu isim veriliyordu) genelde 64'er sayfa ve her biri 125'er kuruştu. Çünkü o tarihlerde ülkemiz ne yüksek enflasyonla, ne de sayfa sayısı azaltılarak maliyet/kazanç dengesinin kurulma yöntemleriyle henüz pek tanışmamıştı..

İtalya'da yayınlanırken basılan orijinal kapakları, Tom Braks'ın Tay versiyonunda 'bize özel' hale getiriliyordu. Yeniden tasarlanan ve western filmlerinden ve yıldızlarından enstantaneler taşıyan yeni Tom Braks kapaklarını Yücel Köksal çiziyordu..

Bu nedenle de Tom Braks'ın ilk birkaç sayısı hariç, kapaklarda mecmuanın baş kahramanının (veya kankalarının) hiçbir figürü yer almayacaktı.. (Yeniden çizilen ve Tom Braks'ın kendisinin hiç yer almadığı bu kapaklarda Clint Easwood'u veya Cüneyt Arkın'ı görmek işten bile değildi..)

Bu arada 47. sayıya değin yayınevinin adı bile yoktu ve 'Sezen Yalçıner'in yayınevi' henüz Tay Yayınları adını almamıştı.. Tay Yayınları, 1969'da yayına başlattığı Tom Braks'ın ilk 46 sayısı boyunca mecmualarında Sezen Bey'in ismi, yayınevinin adresi ve dergilerin basıldığı yer hariç hiçbir yazılı ve görselliğe yer vermedi.. (Tabii okurları arasında yapılan çekilişler ve yeni çizgiroman serilerinin tanıtım sayfaları hariç..)

Yine bu tarihlerde başlayan ve benim 'dolgu çizgiromanı' adını verdiğim türden az sayfalı bir başka western çizgiromanı da Tom Braks'ın arka sayfalarında yayına başlatılmıştı. Üstelik de bu dolgu çizgiroman, kullanılan isminden bile mecmuasına dahil olduğu Tom Braks'a öykünüyordu: 'Tom Braks'ın Oğlu Tom Billy'..)


Ancak yayınevi, Tom Braks'ın 4 Mayıs 1970 tarihinde yayınlanan 47. sayısında tarihe mal olacak güzellikte 'logosunu' devreye sokacaktı..

Bu logo, Tay Yayınları imzasıyla 47. sayının arka kapak içinde çıkan açıklayıcı metinde şöyle anlatıldı:

"Sizlere yeni ve nefis mecmualar hazırladığımızı biliyorsunuz. Karşınıza mutlaka beğeneceğiniz en güzel mecmualarla çıkabilmek için bugünlerde hummalı ve titiz bir faaliyet içindeyiz. Bu arada yeni mecmualarımızla birlikte neşriyatımızın tümüne; diğer neşriyatlardan ayırt edilebilmesi için bir isim vermek ve bir amblem seçmek lüzumunu hissettik.

Amblem ve isim olarak; dünyadaki mahlukların en sevimlisi, en cana yakını ve hareketlisi olan TAY'ı seçtik: TAY YAYINLARI...

Bu ismi ve arka sayfada gördüğünüz amblemimizi beğeneceğinizi ümit ediyoruz.

Sevgili okuyucularımız bu ambleme güveniniz. Sizlere burada açıkça söz veriyoruz!

TAY YAYINLARI... daima yeniliklerin ve daha mükemmelin peşinde koşacaktır.

TAY YAYINLARI... elinize her zaman en iyi, en güzel ve en kaliteli mecmuayı verecektir.

TAY YAYINLARI.. okuyucularının zevkine ve arzularına saygı gösterecek ve bu yolda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacaktır.
Günleriniz mutlu ve başarılarla dolu olsun sevgili okuyucularımız..."

* * *

Tay Yayınları henüz ikinci serisi olan (ve ilk kez 1962'de Tay'dan önceki en büyük çizgiroman yayıncısı olan Ceylan Yayınları'nın kısa bir dönem çıkardığı) 'Zagor'u yayınlamaya başlamadan belirlenen bu yayınevi ismi ve logo, Tay Yayınları'nı okurlarının gözünde daha belirgin ve özel bir konuma taşımıştı..

Tay'ın yeni logosunda kırmızı zemin üzerinde, arka ayaklarının üstünde şaha kalkmış beyaz bir at figürü yer alıyordu..

At (daha doğrusu, Tay Yayınları'na göre, 'tay') figürlü kırmızı zeminin hemen üst kısmında ise mavi şerit içinde sarı renkli 3 adet süsleme deseni bulunmaktaydı..

Ve Tay Yayınları'nın 1970'in sonuna doğru 'Zagor' sayılarından birinde yaptığı açıklamaya göre, bu logo ve isim, yayınevinin tüm serilerini fanatiklik düzeyinde takip eden bir okuyucu tarafından önerilmişti..

Ve Tay'ın sahibi Sezen Bey, okurlardan gelen pek çok benzeri önerinin arasından, kırmızı zemin üzerinde şaha kalkmış olan bu beyaz at figürünü beğenmiş ve seçmişti..

Peki, gerçekte durum böyle miydi?..

Yani gerçekten de Tay Yayınları'nın meşhur logosunu bir okuyucu mu önermişti?..

İstanbul'da iken tanıştığım Sezen Bey bu konuda ısrarlıydı ve iddiasına göre, logo bir okuyucusu tarafından teklif olarak kendisine sunulmuştu..

Ancak açıkcası ben, çizgiroman tarihine meraklı ve bu konuda ansiklopedi yazmış biri olarak işin bu kısmıyla pek ilgili değilim.. Sezen Bey öyle diyorsa, öyledir, der geçerim..

Benim ilgilendiğim ve yıllardır, "Darkwood Sakinleri'nin yayınına bir daha başlarsam, onun sayfalarında yazarım," diyerek ertelediğim konu başka.. (Bilmeyenler için not: 'Darkwood Sakinleri Çizgiroman Kültürü Dergisi', benim 1994-2002 yılları arasında yayınladığım ve Yayın Yönetmenliği'ni üstlendiğim periyodsuz çıkan ve ismiyle musemma bir dergidir..)

Çünkü Tay Yayınları'nın 4 Mayıs 1970'te ilk kez kullandığı ünlü logosu, aslında çalıntı bir logodur..

Umarım ülkemizin varolan ve varolacak 'çizgiroman kültürü' heybesine önemli katkılar sağlamış biri olarak, bu tarihi gerçeğin ifşasını kendi dergim olan 'Darkwood Sakinleri' nde yayınlamayı hayal ederek yıllardır saklamamı mazur görür ve yarınki yazımda detaylarıyla anlatacağım ve resmen belgeleyeceğim bu 'çalıntılama' olayına ilgi gösterirsiniz..


TAY YAYINLARI LOGOSU NEREDEN ÇALINTI İDİ - 2

Hakan Alpin

Sonuçta Mavi Didim okurlarının ancak kısıtlı bir kısmı 'Dokuzuncu Sanat Çizgiroman' ile haşır neşir olduğundan ve ilgi beslediğinden, son yazımla ilgili henüz yeterince geri dönüş alamadım..

Ancak yine de dünkü yazım ve içeriği gerek İstanbul'da olup da yazılarımı takip eden, gerekse diğer illerde yaşayan bazı çizgiroman severler arasında adeta infial yarattı..

Bazı arkadaşlar okuduklarına inanamadıklarını söylediler ve (aralarında o yönümü bilenler olduğu için) şaka yaptığımı sananlar bile çıktı..

Ama bu ne bir şaka, ne de ona benzer birşey..

Tay Yayınları'nın ilk kez haftalık periyodlu 'Tom Braks' serisinin 4 Mayıs 1970 tarihli 47. sayısında kullandığı logo çalıntı bir logodur..

Gerçi logo, Tay adına kullanılmadan önce bir miktar tadilata da uğramıştır, ancak yazımın içinde kullanılan görsel malzemelerden de anlayacağınız gibi ortada bir 'fikir hırsızlığı' mevcuttur..

Yıllar yılı Tay Yayınları'nın sahipliğini üstlenen Sezen Bey'in veya yayınevi yetkililerinin bu durumdan ne kadar haberdar ve bu çalıntılama ile ne kadar ilgili olduklarını elbette ki bilemiyorum..

Belki de bu çalıntılamanın tüm vebali logoyu yıllar önce Tay'a öneren okura aittir..

Bu tespiti ve 'enselemeyi' yaklaşık 5 sene önce, Didim'e yerleştikten hemen sonra yapmıştım..

Yazımın içinde gördüğünüz ve Tay Yayınları'nın logosunun neredeyse tıpkısının aynısı olan logo, Fransa'nın kuzeybatısındaki Normandiya bölgesinde yer alan, Saint-Lô adlı bir kasabanın bayrağıdır ve yüzyıllardır bu kasabada dalgalanmaktadır.. (Saint-Lô'nun armasını ve Tay'ın logosunu birlikte incelerseniz; Tay'ın, XV. yüzyıldan kalma Saint-Lô armasında bazı ufak oynamalar yaptığını ayırt edebilirsiniz. Mesela Tay, logosunu şekillendirirken atın boynuzunu ve arka ayaklarını rötuşlamış.. Ancak hem armanın şeklini, hem de renk kombinasyonu ile mavi zemin üstündeki sarı desenleri aynen almış.. Hoş, aslında bu detayla ilgili zamanında kendi kendime minik bir yanıltmaca oyunu da oynamıştım, şimdi hatırladım. Yazıdığım 'Çizgiroman Ansiklopesi'ni 2003'te tamamlarken, Tay Yayınları maddesinde, Tay'ın logosu öyle olmadığı halde 'tekboynuzlu at figürü' demiştim.. Hiçbir 'çokbilmiş çizgiroman sever' de çıkıp, "Yahu Tay'ın logosundaki at, tekboyznuzlu değil ki, bu nereden çıktı şimdi," diye sormamıştı.. Halbuki ben biri yakalar da sorar ve ben de bu keşfimi 'ukalaca' ifşa etme fırsatı bulurum diye umuyordum.. Herhalde tüm 'çokbilmişler' ıskalamış..)

'Asteriks' okuyanlar çok iyi bilir, bu bölge tarihte Galya ismiyle anılmaktadır.. (Dileyen meraklı okurlar internetteki http://fr.wikipedia.org/wiki/Saint-L%C3%B4 linkinden sevimli Saint-Lô kasabası hakkında daha fazla bilgiye de ulaşabilirler..

22 yıl boyunca Fransa tahtında kalan Kral 11. Louis tarafından çizdirilen ve krala olan bağlılıklarından dolayı Saint-Lô'ya armağan edilen (ve 1970 yılında Tay Yayınları'nın logo seçtiği) bu arma ve üzerindeki 'boynuzlu at' figürü, XV. yüzyıldan beri kasabanın sembolü durumundadır..

Aynı zamanda bir 'hanedan arması' da olan bu sembol, aslında Saint Mary, yani Meryem Ana'nın saflığını temsil etmektedir..

Bundan dolayı da Saint-Lô'da kentin çeşitli yerlerine yapılmış boynuzlu at heykelleri öne çıkmaktadır..

Bildiğiniz gibi, tekboynuzlu at mitolojik bir semboldür.. Genelde bembeyaz rengi olan bu atın kafasının ortasından düz bir kemik-boynuz çıkar..

Mitolojide tekboynuzluların saf ve masum olduğuna, kanını içen kişiyi ölümsüz kıldığına, ancak yine bu nedenle onları öldürmenin kişiye lanet getireceğine inanılan efsanevi bir hayvandır.. Üstelik mitolojiye göre, tekboynuzlular sadece ve sadece bakire kızlara yaklaşırlar ve yakalanmaları da ancak bu şekilde tuzak kurulmasıyla mümkündür..

Latince ismi olan Unicorn, 'bir-tek' anlamına gelen 'uni' ve 'boynuz' anlamına gelen 'cornus' sözcüklerinden türemiştir..

Günümüz dünyasında hemen herkes tekboynuzların gerçekte yaşamadığını bilse de, gerek İlkel Çağ'da, gerekse Orta Çağ'da yaşayan insanlar 'unicornların' yaşadığına inanmaktaydı..

Mesela M.Ö. V. yüzyılda yaşamış bir Yunan filozofunun yazdığı kitapta, tekboynuzluların vatanının Hindistan olduğu iddia edilmiştir.. Ayrıca İncil'de dahi tekboynuzlu atlardan bahsedildiği söylenmektedir..

İşte Saint-Lô da, krala bağlılığından dolayı mitolojideki bu efsanevi at figürünü, kentin sembolü olarak almıştır..

Ancak bu sembol anlaşılan kente pek uğur getirmemiştir..

Zira tarih boyunca Saint-Lô önemli bir ticaret merkezi konumunda olmuştur.. Bu nedenle de tarih boyunca başta İngilizler tarafından olmak üzere pek çok istilaya uğramıştır..

Saint-Lô; önce vikingler ve sonra da efsanevi İngiliz Kralı 1. Şarlman'ın saldırısına maruz kalmış ve Fransa-İngiltere arasında yapılan 100 Yıl Savaşları'nın en ateşli günlerine de kısmen de olsa ev sahipliği yapmıştır..

İkinci Dünya Savaşı esnasında, 6-7 Haziran 1944'te ağır bir bombardıman geçiren ve adeta yerle bir olan Saint-Lô kasabasının o tarihteki nüfusu 6.000'e kadar düşmüştür.. Alman 'panzerlerinden' Rommel'in yolu da bir ara Saint-Lô'dan geçmiştir..

Kaldı ki, ünlü Normandiya Çıkartması da kasabanın hemen ensesinin dibinde cereyan etmiştir..
Bu dev savaşın ardından tamamen yıkılan kent 1950'lerden itibaren yeniden kurulmuş ve inşa edilmiştir..

* * *

Peki, "20-25.000 nüfuslu Saint-Lô kasabasının yüzyıllardır kullandığı flama/bayrak nasıl olmuş da Tay Yayınları'nın logosu olmuş," diyeceksiniz..

Hemen aktarayım, zira yaptığım araştırmalar neticesinde bu soru için şöyle bir çözümleme yapısı ortaya çıktı..

Tay Yayınları henüz beyaz atlı logoya sahiplenmeden 5 yıl kadar önce, 1966'da Fransa'da Saint-Lô kasabasının tarihsel önemini öne çıkartan bir pul serisi basılmış..

Bu pul serisine ait henüz görsel bir ipucu bulamadım, yani pulların fotoğrafları elimde yok..

Ancak internette bulduğum bir sitede, Saint-Lô kasabasına ithaf edilen bu pul serisinden bahsediliyor..

Bu pul serisi ve dolayısıyla bu arma, 1970 yılında ya Tay Yayınlarının, ya da logoyu onlara öneren okurun eline geçmiş anlaşılan..

Nasıl olsa kimse bu pul serisinden ve Avrupa'nın göbeğindeki o zaman için 10.000 nüfuslu bu kasabanın armasından haberdar olamazdı.. Ta ki 2000'lerin başında bayrak, flama ve arma konusunda amatörce uğraşarak koleksiyon yapan bana denk gelinceye kadar..

Eğer pul koleksiyonerliğiyle uğraşan birileri çıkar da, Saint-Lô'nun hanedan armasının (ve tabii Tay Yayınları'nın logosunun) pullara basılmış versiyonlarını da bize bulur yollarsa çok sevinirim..
İşte Tay Yayınları'nın Xv. yüzyıldan günümüze uzanan ünlü logosunun arka planının hikayesi..

Hakan Alpin

28 Ocak 2008

KARİKATÜRDE ESTETİK VE ALGILAMA İŞLEVİYLE MUHALEFET!

KARİKATÜRDE
ESTETİK VE ALGILAMA İŞLEVİYLE MUHALEFET

Hasan EFE
hasanefe35@hotmail.com


Karikatür, çizgi ile yapılan bir sanattır. Bu, tanımlardan sadece biri olmasına karşın farklı tanımlar da vardır.
Bu çizgi sanatının, yani karikatürün bugünkü gelişiminde çizginin oluşturduğu bütünlük bazı karikatürlerde salt renk, derinlik, kolaj, grafik, vb. unsurlarla öne çıkar ki, bu da karikatür sanatını farklı bir estetik düzleme sokar. Bir sanat yapıtının olmazsa olmazıdır bu estetik kavramı.
Estetik;
1. Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii, bediiyat
2. Güzellik duygusu ile ilgili olan.
3. Güzellik duygusuna uygun olan.
4. Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzel duyu.
5. Kusurlu bir organı düzeltmek veya güzelleştirmek amacıyla uygulanan (yöntemler).(Vurgular bana ait.HE) (www.anlambilim.net/poetika-nedir-1330.htm)
Bu tanımlamalardan sonra asıl konumuza dönelim.
Karikatür bir muhalefet işlevi görecekse, görsel kabalıktan kurtulması kaçınılmazdır. İnsan ruhunun güzelliklerine dokunabilmek ancak estetik bir kaygıyla gerçekleşir.
Salt yeterli değildir bu. Estetik veriyi (yapıtı-karikatürü) sunabilen bir sanatçının (karikatürcünün), bu veriyi algılayabilecek, yani bu estetik kaygıları kavrayabilecek ya da başka bir deyişle bu sanatın kodlarını çözebilecek bir alıcının(okuyucu-karikatürü bakan) olması kaçınılmazdır.
Bunu şöyle ardıllayabiliriz:
Karikatür bir sanatsa onun bir estetiği olmalı, estetikse bir güzelliğin, bir duygunun bireşimlerini kucaklamalı ki; o zaman bunları duyumlayanların da beğeni düzeylerinin sıradan olmaması gerekir.

Willem Rasing’in şu karikatürüne bakalım.

Bu örnek, klasik karikatür tanımına uymaz. Alıcının (okuyucu-karikatürü bakan) da karikatürün estetik kodlarını çözebilecek bir durumda olması kaçınılmazdır.

Kazanevsky Vladımır’ın alttaki örneği, klasik karikatür tanımına daha uygundur. Bu karikatürün kodlarının çözülmesi için estetik unsurunun etkileyiciliği yanında düşünselliğinin de ele alınması zorunludur.

Kazanevsky Vladımır**

Burada düşünce kavramı da bir işlerlik kazanır ki, bu da karikatürün önemli unsurlarından biridir.
Ele aldığımız estetik ve düşünce kavramlarına eleştiriyi de koymamız kaçınılmaz olacaktır.
Genelde karikatürün eleştirel bir bakış içinden çıktığı yadsınamaz.
Kazanevsky Vladımır’ın karikatürünün kodlarını çözebilen okur, bu işlevi yerine getirirken ister istemez karikatürcü tarafından verilen estetik unsurları zihninde canlandırıp karikatürün düşünsel boyutunu da aynı süzgeçten geçirecektir.
Burada içleşen estetik ve düşünce, okurda bir algılama süreci yaratıp karikatürün de kavrama yolunu açacaktır. Böylece karikatür, okur zihninde ya mizah ya da gülmece olarak belirecektir.
Gülmece ile mizah bir birinden farklıdır.
Okur veriyi(karikatürü) mizah olarak algılarsa eleştirel bakış daha da yakınlaşmış olur. Eğer veri(karikatür) gülmece olarak algılanırsa eleştirel bakış kaybolur.
Eleştirel olmayan bir şey, muhalif de olamaz.
Muhalif-muhalefet’in sözlükteki anlamı şöyledir.
***Muhalefet, A.i.(Ha ile ) Yenileşme. Karşılıklı yemin etme.
Muhalefet, A.i.(Hı ile) [Hilâf’tan]1. Uymama, başka türlü olma. 2. Karşıtlık. Düşmanlık.
Muhalif, muhalife, A.s. [Hilâf’tan] 1. Uymaz. Karşı. 2.Karşıt. Aksi taraf veya fikirde olan (Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük, Mustafa Nihat Özön, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1989)
Bu tanıma göre karikatür neye muhalif olacak?
En kısa ve basit olarak; iyi gitmeyen, kötü olan her şeye denebilse de zihninde ister istemiz politik yani siyasi bir erke muhaliflik, çağrışımı kaçınılmaz oluyor.
Ya da “öteki”ne muhaliftir…
Peki öteki nedir?
Öteki kimdir?
Bizden olmayan!
Biz kimiz?
Şimdi bir başka soru.
SSCB Bloku yıkılmadan önce Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinin (Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk…) karikatürcüleri yıllarca çizdiler, şimdi siyasi erk değiştiğine göre bu ülkelerin karikatürcülerindeki muhalif görev için ne denebilir?
O zaman ülkeleri tersinleyebiliriz.
Karikatür muhalifse, Almanya, İngiltere, İsviçre, İtalya… çizerlerinin muhalifliği için ne söylenebilir?
Biraz da farklı açıdan bakalım.
****Klasik Yunancada polemus savaş, polemikos savaşçı anlamına gelir.
Bugün laf kavgası (Basın yoluyla yapılan tartışma) dediğimiz polemik¹ sözcüğünün anlamı buradan çıkar. Eleştirel yaklaşımın dışında kalan polemikler, burjuva ideolojisi içinde kalan sürtüşmelerden başka bir şey değildir. Böyle bir sistemin içinde, basın, yayın yani medya kendi üstünlüğünü kurduğu için kendi beğenisine göre belirler yazar ve çizerlerini. Böyle bir ortamda gerçek anlamda etkili bir muhaliflikten söz edilebilir mi? Kitlelere ulaşamayan karikatürcü, muhalif görevi tam anlamıyla getirebilir mi?
Daha yakın geçmişe kadar birçok gazetenin ilk ya da son sayfalarında eleştirel karikatürü görebilirken, bugün birkaç gazete sadece iç sayfalarında yer vermektedir. Mizah dergilerinin genelinde muhalif tavır görülüyor gibi olsa da bu bizim anladığımız anlamda etkili bir muhaliflik değildir. Ortaya çıkan gerçek, kıstırılmış, sıkıştırılmış, kuşatılmış bir bireyin iç ve toplumla olan çatışmalarından başka bir şey değildir.
Kısa aralıklarla, değişik yerlerde çizen, sergiler açan, kart, afiş, vb. okura ulaşmaya çalışan çizer medya burjuvasının istediği sınırdan öte geçememektedir.
Bu, pazar ekonomisi açısından da olası değildir. Olsa bile etkisi çok sönüktür.
Pazar ekonomisi, salt kâr olarak düşünüldüğü için sistemdeki her şey buna göre belirlenir ki, sağlık, eğitim, sanat da bundan payını alır.
Bunun etkileri şöyle dile getirilir.
“İçinde yaşadığımız toplumun vardığı yer; Che posterli kazağıyla ibadet eden gençler!”
Karikatürde gerçek muhalefetin oluşturulması için; sanatçıdaki narsizm dozunun düşürülmesi, polemiklerin ortadan kaldırılması, medyanın oluşturduğu ‘benim istediğim kadar varsınız’ yaklaşımının kırılması, yayıncılık sektörü krizinin aşılması gerekir.
Bunlar ancak yukarıda sözünü ettiğimiz unsurlarla içleşirse genelde sanat, özelde karikatür alanında gerçek muhalif tavır ortaya konabilir.
Eğer karikatür bir ateşse, bu ateşin koru da insanın içindeki özdür. İnsanın iç çelişkileri, kendi kendine çatışması daha iyiye, güzele ve ileriye doğru gelişmesini sağlar ki, bu da gerçek muhalefetin özüdür. Bu olmazsa bireyin bireyle, bireyin toplumla; toplumun bireyle, toplumun da toplumla çatışmaları söz konusu olamaz. Sonuçta istenilen gelişme gerçekleşemez.

Kaynaklar:
* www.yazimhane.com/modules.php?name=Forums&file
** www.yazimhane.com/modules.php?name=Forums&file
*** Bu, bizim üzerinde durduğumuz anlam değil, diğeriyle karıştırılmasın diye ayrı ayrı ele alındı.
**** Ali Galip Yener, Akatalpa, Mart 2010,s123, yazısından bağlantı kurularak
¹Polemik, a.Yun. Basın yoluyla yapılan tartışma. (Türkçe Sözlük TDK)

Berfin Bahar
Aylık Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi
Haziranz 2010 - Sayı: 148

karikatür-1