27 Temmuz 2008

İsmet Lokman "Karikatür, Yaşamın Bir Parçasıdır. Hem Eleştiri Hem İkaz Niteliğindedir."



İsmet Lokman'ın İroni Dünyası


“…karikatür, yaşamın bir parçasıdır. Hem eleştiri hem ikaz niteliğindedir. Güldürü veya kara mizah özelliği taşıması bir şey değiştirmez” diyen Lokman'la, arkadaşımız Akdağ Saydut söyleşti...

İsmet Lokman’ın huzur veren bir mizah anlayışı var. Özgün çizgileri ile mizah anlayışı bütünleşmiş. Humor duygusunu, ironik enstantanelerle yüzeye çıkartıyor. “İnsalık halini” düşünceden, imgelemden geçirip kağıdın üzerinde kristalize ediyor. Hem de sessiz, sözsüz, yalın, salt çizgiye dayalı bir anlatımla.

İsmet Lokman “…karikatür, yaşamın bir parçasıdır. Hem eleştiri hem ikaz niteliğindedir. Güldürü veya kara mizah özelliği taşıması bir şey değiştirmez” diyor. Onun karikatürlerinde yaşamın ironisini dudaklarımızdaki gülümsemeyle yakalıyoruz. Yaşama ilişkin çelişkilerimizin derinliği ve bir o kadar da yüzeyselliği ile karşılaşıp yüzleşiyoruz.

O kendi çizgi tutkusunu anlatırken “Biraz garip karşılanabilir ama yolda giderken ya da gece yatarken bile karikatür düşünürüm, aklıma ilk gelen konu ile ilgili eskizler yaparım” diyor. Bazen hemen, bazen haftalarca bu eskizlerle uğraştığını ekliyor hemen. Evinde, aldığı ödüllerin dizildiği bir köşe var.

Karikatürle ilgisiniz nasıl başladı, ilk karikatürünüz ne zaman yayınladı?
İlk karikatürlerimin bir gazetede yayınlanmaya başlamasından bu güne kadar elli yıldan fazla geçmiş. Yani yarım asırdan çok. Aslında daha önceleri de çizimler yapıyordum. Karikatüre ilgim 1954’ten, yani ilk çizgilerimin gazetede yayınlanmasından çok öncelere dayanır. Kalem kağıtla tanıştığım zamanları hatırlamayacak kadar küçük olmalıyım. İki - üç yaşlarında evin duvarlarına ve masalara çiziktirmeye başladığımı hatırlıyorum. Boş defter, duvarlar, mecmua ve gazete sütun araları sürekli çalışma alanlarımdı. Sonraları resimlediğim kağıtları evde duvarlara yapıştırıp sergiliyordum. 12 yaşımdayken eski saraylı bir hanımın hatıralarını resimledim. 10 Lira kazanmıştım. Bu benim çizgi ile kazandığım ilk para oluyordu. Birkaç yıl sonra Son Posta Gazetesi’nin açtığı “Çocuk Sayfası” karikatür yarışmasını kazandım. (1954). Sonra mürekkeplediğim illüstrasyon tarzındaki resim ve karikatürlerimi alıp Son Posta gazetesine gittim. Orada rahmetli Adnan Fuat Aral “Çocuk Sayfası” için bazı çalışmalarımı aldı. Böylece basında ilk karikatürlerim çıkmıştı. Sevinçliydim tabi. Bab-ı Ali’ye ilk adımımı atmıştım. Uzun süre o gazetede çocuk sayfasını hazırladım. Hikaye yazdım; karikatür, bulmaca, Türk Büyükleri Köşesi gibi çalışmalar yaptım. Bir de çizgi roman çalışması yapmıştım. Karikatür çizmenin yanı sıra gazetenin mizanpajını bile yapmıştım. O sıralarda gazetenin karikatüristi Osman Filiz’di. Sonra Nehar Tüblek geldi. Münif Fehim de sık sık gelir, görüşürdük. Nail Güreli de o gazetede idi. Erol Kaner spor muhabiriydi. Bir ara baş sayfada politik karikatürler de çizdim.

Güzel Sanatlar Akademisine girişiniz bu dönem mi rastlıyor? Akademi karikatürcülüğünüzü nasıl etkiledi?
Hep iyi bir ressam olmak istemiştim. Güzel Sanatlar Akademisi’nin (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) giriş sınavları vardı. Oraya girmek için can atıyordum. Çalışmalarımı alıp sınavlara girdim.Jüride Edip Hakkı Köseoğlu, Cemal Tollu, Sabri Berkel gibi meşhur ressam hocalar vardı. Tabi o zamana kadar hiç birini tanımıyordum. Resimlerime baktılar, Sabri Berkel bir desenimi işaret ederek; “aynısını yanlarında çizip çizemeyeceğimi” sordu. Ben de çizdim. Sonra “git kaydını yaptır” dediler. Birkaç bölümün sınavına girerek kazanmıştım. İç Mimari’de karar kıldım. Bu dönemde karikatüre ara verdim. Bir müddet sonra Tan Oral’ın girişimiyle okulda bir karikatür sergisi açtık. (1958). Çok ilgi çekti. Sergiye katılanlar asında hatırladığım kadarıyla İsmail Biret, Mehmet Güleryüz, Ayhan Kırdar, Metin Talayman vardı. İsmail Biret bunu kitabında daha detaylı anlatıyor.

Herhalde bu sergi Güzel Sanatlar Akademisi öğrencilerinin ilk toplu karikatür sergisiymiş. Sizin galiba bir karikatürünüz satılmış o sergide…
Evet… Sergiye gelen bir Amerikalı çift benim karikatürlerimden birini kırk Liraya satın aldı. O sıralar “Akbaba” karikatür başına altı Lira veriyordu. Okul yıllarında bir yandan da Bab-ı Ali’de (sürekli olmasa bile) iş yapıyordum. Kitap kapakları, grafik, resim … gibi. Akademi’nin kuruluş yıldönümü vardı. Her branşta ödüllü proje yarışması düzenlendi. Aynı zamanda sınıf geçmeyi de belirleyecekti. Büyük ödülü (beş yüz Lira) ben kazandım. Pankart yarışmasında da ikinci olmuştum. Neticede yüksek lisansımı tamamlayıp mezun oldum.

Karikatürle iç mimarlık birlikte mi yürüdü, yoksa karikatürle ilişkiler azaldı mı?
Bazı karma sergilere katıldım. Ama yurt dışında çıktıktan sonra karikatürle ilgim tamamen azaldı diyebilirim. Karikatürün yanı sıra, uğraşlarımın arasında suluboya resim de önemli bir yer tutar.Almanya’da Goethe Institut’u bitirdim. Bu dönemde karikatürden kopmuştum. 1970’li yılların başında Türkiye’ye döndükten sonra Karikatürcüler Derneği’ne üye oldum. Çizgilerimi yeniden gazete ve dergilerde yayınlanmaya başlandı. Sergi ve yarışmalara katıldım. O dönemdeki yarışmalarda iki ödül kazandım.

Yarışmalardan söz açılınca hayli kabarık bir ödül listeniz var. 1976’dan bugüne yedi tanesi büyük ödül kategorisinde olmak üzere, yurtiçi ve uluslararası karikatür yarışmalarında kazandığınız toplam 32 ödülünüz var. Karikatür sanatına yıllarını vermiş bir ustamız olarak, karikatür yarışmaları ve yarışmalara katılmanın karikatürcüler için taşıdığı anlam konusunda düşüncelerinizi öğrenmek isterim. Yarışma karikatürcülüğü gibi kavramlar ortaya atılıyor, ne dersiniz?
Yarışmalar olsun diyenler de var, olmasın diyenler de. Pek çok çizer gazete, dergi ve benzeri yayınlarda veya mizah sayfalarında yer alamıyor, ismini duyuramıyor. Basında çizme fırsatı bulamamış çizerler kendilerini albümlerde, sergilerde, yarışmalarda göstermek istiyorlar. Pek de haksız sayılmazlar. Gerçi artık yarışma enflasyonu yaşanıyor, o da ayrı bir konu ya… Eskiden 20 - 25 yıl önce belli başlı gazetelerin mizah sayfaları vardı. Orada çizerlere yer veriliyordu. Bugün bu çizerler yurt içi ve yurtdışı yarışmalarda önemli ödüllere sahipler. Çizdikleri eserler konuları bakımından her zaman geçerliliğini koruyor.Bazıları dışarıda da “çizim dünyasında” tanınıyorlar. Sırf yarışmalarda boy gösteren çizerler bugün de gündemde. Günlük çizenler, zaten onların mesleği bu. Tamam, fakat amatörler ne yapsın? Adamın bir işi var, mesleği var. Devamlı basında çizemeyeceğine göre o da ara sıra sergilere katılıyor veya yarışmalara rağbet ediyor.
Dünyada sorunlar arttıkça bu sorunları bir de çizgi ile vurgulamak gereği duyuluyor. Basın dışı kuruluşlar da son yıllarda güncel konularda yarışma ve sergiler düzenliyor. Hiç değilse karikatür yolu ile sorunların altı bir kere daha çizilmiş oluyor. Yarışmaların bir faydası da şu galiba… Bir kere sanatçılar birbirlerinin eserlerini tanımak fırsatını elde ediyorlar. Tanışmalar, tartışmalar, albümler… Daha önemlisi sergiler, albümler ve basın yoluyla halkın karikatüre ilgisi artıyor. Ülkemizde de karikatüre ilgi günden güne artıyor. Çizerlerin çoğalması iyi de yayınlayacak alan yok. Dilerim ki basında mizah hacmi artsın, dergiler çoğalsın.

İlgi artıyor, ama karikatür geriliyor gibi söylemler var.Siz karikatürün gerilediği yorumlarına katılır mısınız?
Ben arkadaşım rahmetli Hamit Kınaytürk’ün “Sanat Çevresi” dergisine de (1989) aynı ifadeleri kullandığımı hatırlıyorum. Karikatürün gerilediğini düşünmek bile istemem. Bu konu bolluğunda çizerlere daha çok işler çıkar. Yeter ki onlara yer açılsın. Karikatür çizmek kolay değildir.Bazı gençleri görüyorum. Bir dolu çizim yapmış. Bazıları ümit veriyor. Bazılarını da daha çok emek vermesi lazım.Onlara öncelikle desen bilgilerini kuvvetlendirmelerini söylüyorum. Açılan karikatür kurslarına gitmelerini söylüyorum.Karikatür bugün uluslararası bir iletişim aracı. Çizgi değişti, anlayış değişti, değişik konular ortaya çıktı. Karikatüre yeni başlayan çizerler önce resim sanatından haberdar olmalı, yani çizgisi sağlam, anatomi bilgisi kuvvetli, bol kitap okumuşluğu olacak.Tabii çok çalışacak.

İsmet Abi, konu gençlere gelmişken sizin gençliğinize geri dönelim. Sizi etkileyen karikatürcüler, sevdiğiniz sanatçılar, konuyu işleme biçiminiz ve benzer konularda meraklılara söyleyecekleriniz vardır.
1940’lı yıllarda savaş ortamındaki mizah ürünlerini sevmiştim. İlk gençlik yıllarımda Bosc, Chaval, Peynet … gibi ünlü çizerlere hayranlık duyuyordum.Dünyanın sorunları ve gidişatı normal olarak çizerlere de yansımıştı. Mecmua ve gazetelerde rengarenk basılan bu resimsi anlatımlar beni çok çekiyordu. Okuyucuya sunulan eserlerde alegorik ifadeler, objeler fazlası ile yer alıyordu. Örneğin savaşı eski Yunan’ın Savaş Tanrısı Ares temsil ediyor, kocaman kılıcı ile tehditler savuruyordu. Rusya’yı (bilhassa savaştan sonraki tutumu sırasında) bir kutup ayısı olarak görüyorduk. Fransa’yı külahlı bir bayan ifade eder olmuştu. (Bu ucu kıvrık külahın çok eskilere dayanan bir özgürlük sembolü olduğu bilinir).
Savaşın yıkımı yavaş yavaş hafiflemeye başlayınca çizgiler de ona göre sosyal ve güncel problemleri irdelemeye başladı. Çoğu kez mizahi metafor olarak görüldü. Ne var ki çizgiler çoğu zaman biraz resimsi idi. 1950 öncesi çizim anlayışı daha değişikti. O zamanlar serbest çizim pek yoktu.Desende kalın çizgiler; yerine göre bir nevi gölge, elin kalemi veya fırçayı tutuşuna göre çizimi kuvvetlendiriyordu. Geri planda dekor kaçınılmazdı. Sevgili Semih Balcıoğlu anlatmıştı. Bir çize karikatürü ile Yusuf Ziya’nın (Ortaç) yanına gider. Yusuf Ziya karikatüre şöyle bir baktıktan sonra “Hani arka planda minare, bahçe duvarı, üstünde kedi olması lazım. Evler, ağaçlar nerede?” diye sorar. Bu yaygın çizim anlayışı 1950’den sonra hızla değişti. 50 kuşağı çizerleri sade, yalın çizgileri tercih ettiler. Fondaki fazlalıklar atıldı.Altyazı kalktı., bütün maharet çizginin anlatımına kaldı. Bir yandan da çizgi roman gelişti. Günümüzde çizgi ile anlatım devam ediyor.
Buna daha çok basında çalışmayan çizerler rağbet ediyor. Gazetelere baktığımızda balon içi yazılı karikatürler revaçta. Günlük politik konular, diğer sorunlar eğlenceli bir biçimde okuyucuya sunuluyor. Benim görüşüm şöyle; şimdilerde “yazısız karikatürle” daha çok basında çizmeyen arkadaşlar ilgili. Dünya sorunları ister istemez bütün ülkeleri ilgilendiriyor. Isınma, çevre, susuzluk, (yine) savaşlar, yeşilliğin azalması…Bütün bu sorunlar daha çok bu çizerler tarafından işleniyor. Tabi yazısız olarak. Sanatçı çeşitli materyallerle eserini vücuda getiriyor. Hatta bazıları tablomsu görünüm kazanıyor.

Burada çizgi ve espri arasındaki bağlantı öne çıkıyor. Bileşim nasıl olacak, espri ve çizgi arasındaki ilişki nasıl kurgulanacak?
Çizgi mi esprimi? Bence ikisi bir arada. İyi bir çizgi, konuyu göze çarpıcı şekilde vurgulayan espri anlayışı. Karikatürde çizgi ile esprinin varlığı aynı derecede olmalı, kompozisyon… estetik…Çizgide hangi tema seçilmiş ise(salt güldürme unsuru… düşündürücü… kara mizah) yahut özel bir konuda yorum yapılacaksa vurgulama kuvvetli olmalıdır. Hangi tür yorum benimsenmiş ise türünün “kalitelilerinden” olmalıdır. Eksantrik olmaması kaydı ile sanat ağırlığı olan bir estetikle sunulmalıdır. Ucuz espriden yana değilim. Devamlı sunulacak olursa okuyucunun espri kalite ve anlayışı aynı düzeyde kalabilir. Kaldı ki bunun aksini yapmak, diğer sanat dallarında olduğu gibi, sanatçının görevidir.
(Röportaj: Akdağ Saydut.)

Alıntı:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder